Bu ülkenin aslında 100 yıldır, karşı fikirlere tahammülsüzlük konusunda yaşadığı çok fazla örnek vardır.



Cumhuriyet’ten sonra tek parti, ikinci bir partinin varlığına tahammül gösteremedi. 1950’de iktidara gelen Adnan Menderes’e “karşı taraf” sadece 10 yıl tahammül edebildi ve bu 10 yılın sonunda bu ülkenin Başbakanı asılarak idam edildi.


Halkın ısrarla ve inatla 7 defa iktidara getirdiği Süleyman Demirel’e de pek çok kesim hiçbir zaman tahammül gösteremedi.


O kesim uzun yıllar demokrasiye ve halkın iradesine tahammül gösteremedi. Halkın seçtiği iktidarlar “halktan daha iyi düşünen (!)” belli bir kesim tarafından alaşağı edildi.


Rahmetli Cenk Koray’ın “hangi postal giyilmez” “kartpostal” esprisine askerden gelen “bir daha askeri bir kıyafeti espri malzemesi yapmayınız. Aksi takdirde!” diye başlayan tehdit içerikli mesajdaki tahammülsüzlük de en azından benim hafızamda kaldı bu güne kadar…


28 Şubat sürecinde rahmetli Necmettin Erbakan’ın Başbakan Yardımcısı olmasına tahammül edemedi malum kesim yine…


Recep Tayyip Erdoğan’ın okuduğu şiire karşı gösterilen tahammülsüzlük, onu cezaevine kadar götürdü yine o yıllarda…


Kendilerini ülkenin gerçek ve tek hâkimi olarak gören belli bir kesimin inançlarla ve inançlı insanlarla hep bir sorunu oldu. Kadınların başındaki örtü, erkeklerin sakalı, bir kamu kuruluşundaki mescit hep o kesimin tahammül sınırlarını zorladı. Belki şu anda komik gelecek ama, terfi isteyen kadınsa başında örtü olup olmadığına, erkekse dizinde secde izi olup olmadığına bakıldı çok defa. Örtülüyse ya da namaz kılıyorsa terfi alması imkânsız hale geldi.


Solcular sağcılara, sağcılar solculara tahammül edemedi yine uzun yıllar… Bitmedi; sağcılar sağcılara, solcular solculara da tahammül gösteremedi. 


Cemaatler de birbirine tahammül gösteremedi mesela. Önce Nurculara hiçbir cemaat tahammül gösteremedi. Sonra Nurcular diğer Nurculara, diğer Nurcular diğer Cemaatlere, diğer cemaatler tekrar diğer cemaatlere, yine bazı cemaatler Diyanet’e, Diyanet cemaatlere, cemaatler İmam Hatiplere, imam hatipler tüm cemaatlere tahammül edemedi.


Laiklerle anti laikler boğazlarını sıkacak kadar tahammülsüzdü birbirlerine karşı.


Alevilerle Sünniler, Kürtlerle Türkler, Milliyetçilerle demokratlar, demokratlarla İslamcılar(!), sonra bunların da hepsi birbirleriyle sorunlu hale geldi.


Bir bakmışız tüm ülke birbiriyle kavgalı hale gelmiş.


Birbirlerini dinlemeyen, anlamayan, aslında anlamak için çaba da göstermeyen onlarca parçaya bölünüvermişiz.


O kadar ki, bir kesim diğer kesime zulmettiğinde başka bir kesimin “Oh olsun!” demeye başladığını bile gördük.


Zulmetme sırası da, zulme uğrama sırası da hep değişti.


Zulmeden, zulme uğrayan, zulmü seyreden üç kesime bölündü güzel ülkem. Bir de az, ama çok az sayıda “birbirimize tahammül göstermeliyiz” diyen birileri vardı ama zaten onları kimse dinlemedi.




Güzel ülkemiz çok badireler atlattı. Pek çok dış ve iç düşmanların oyunlarını bozup bu günlere geldi.


Her şey geçer…


İktidarlar değişir…


Makamlar mevkiler değişir…


Hatta fikirler değişir…


Dün solcu olan biri bu gün sağcı, dün milliyetçi olan biri bu gün ümmetçi, bu gün cemaatçi olan biri yarın solcu olur çıkar karşımıza…


Dün darbeyi savunmuştur, bu gün demokrasiyi savunur hale gelir mesela…


Olur…


Her türlü sorunu çözeriz. Peygamber duasına mazhar olmuş necip milletimiz ve güzel ülkemiz her türlü sorunun üstesinden gelecek birikime sahiptir.


Ancak;


Buluştuğumuz ortak noktalar olmalı… Ortak insani değerlere birlikte sahip çıkmalıyız…


Hangi dönemde yapan kim olursa olsun zulme ve zalime birlikte karşı çıkmalıyız…


Teröre, teröriste, terör yandaşlarına birlikte karşı çıkmalıyız…


Haksızlık, hukuksuzluk yapanlara birlikte kaşı çıkmalıyız…


Ve birbirimizin görüşlerine, fikirlerine, saygı duymasak bile tahammül göstermeliyiz…


Yoksa…


Yukarıda yazdığım gibi…


Fırsatı eline alan,


“Men dakka dukka” der…


Ve öncekinin bıraktığı yerden devam eder…




Gün gelir…


Tahammülsüzlüğümüz tahammül sınırlarını aşar…


O zaman karşımızda konuşacak kimse bulamayız…


Konuşacak kimse kalmadığı gün, savaşacak çok kişi var demektir…


Konuşalım, dinleyelim, anlayalım…


Sorun yok, yine bildiğimiz, inandığımız yoldan gidelim…


Biliyor musunuz, dinlemek kavgayı önler! Konuşmak koca bir savaşı durdurabilir.


Kalleş PKK askerlerimizi, polislerimizi, sivil halkımızı, bebekleri öldürüyor…


Biz birbirimizi dinlemeyerek, anlamayarak, anlamaya çalışmayarak kardeşliğimizi…




Ne demiştim yukarıda..


Gün gelir…


Tahammülsüzlüğümüz tahammül sınırlarını aşar…


O zaman karşımızda konuşacak kimse bulamayız…


Konuşacak kimse kalmadığı gün, savaşacak çok kişi var demektir…


O gün acıdığımız Suriye gibi olabiliriz….


Allah muhafaza…



...



Not: Bu yazıdan ben dahil herkes hissesini almalıdır. Bu sorun ülkemizde yaşayan ve görüşü ne olursa olsun yüzde 90'dan daha büyük bir kesimin sorunudur. Bu yazıyı sadece belli bir kesimi suçlamak için kullanmak ta ayrı bir tahammülsüzlük örneğidir... Yazdıklarımı maksadını aşan bir şekilde yorumlamak bahse konu sorunu çözümsüzlüğe itmekten başka bir işe yaramaz. Sorgulamayı kendimizden başlayarak yapmamız en doğru hareket olacaktır. TAHAMMÜLLE kalın lütfen...

- - - - -