Yıllar önceydi. Yeni atanmış bir lise müdürünü ziyarete gitmiştim. Hoş bir muhabbet eşliğinde çayımızı yudumlarken okulun Müdür Yardımcısı girdi içeriye.

"Müjde" hocam dedi. "Falanca öğrenciyi gönderdik okuldan, kurtulduk şükür... Bir yemeğini yerim artık"

Müdür bey sevinçle ve heyecanla "Çok şükür" diye cevap verdi... "Tamam, bugün öğle yemeğinde beraberiz. Hatta Ali Hocam da gelsin..."

Onların heyecanı benim merakımı uyandırdı. "Hayırdır?" dedim. "Nedir bu sevincinizin nedeni?"

Müdür bey anlatmaya başladı:

"Hocam hiç sormayın, çok sorunlu bir öğrenci vardı okulumuzda. Çok sıkıntı çekiyorduk. Ailesiyle okuldan alması için görüşmeler yapmıştık. Olumlu sonuç verdi. Öğrenciyi gönderdik... Açık Liseden devam edecek okumaya eğer ederse..."

"Buna mı seviniyorsunuz?" dedim...

Şaşırdılar. Benden geleceğini tahmin ettikleri tepkinin şiddetini azaltmak için olsa gerek:

"Hocam, öğrenciyi tanısanız bize hak verirsiniz" dediler.

Müdür yardımcısı arkadaşa oturmasını rica ettim. Karşıma oturdu. Anlatmaya başladım. 

...

Arkadaşlar bunca yıl öğretmenlik ve yıllarca da idarecilik yapmış bir insan olarak inanın sizi çok iyi anlıyorum. Bazen sorunlu öğrencilerin okuldaki eğitim ortamını nasıl bozabileceklerini çok iyi biliyorum.

Öğrenciyi tanımadığım, neler yaşadığınız bilmediğim için bu konuda sizi eleştiremem. Ancak az önceki tavrınızı gerçekten çok üzücü bulduğumu ve bir eğitimciye asla yakıştıramadığımı söylemek istiyorum.

"Bize teslim edilen bir öğrenciyi tüm çabalarımıza rağmen eğitemedik. Onun yanlış yollara gitmesine mani olamadık. Bir öğrenciyi kurtaramadık. Çok çalıştık, uğraştık, didindik ama olmadı, başaramadık. Öğrencimizi elimizde tutamadık, aramızda barındıramadık. Şimdi bu çocuk bilinmeyen bir yolculuğa çıkıyor. Bunca öğretmenin arasında bile kötü alışkanlıklarından vazgeçmeyen öğrencimizi, kimbilir bundan sonra neler bekliyor. Öğrencimizin, bizim tutamadığımız elini acaba kimler tutacak? Bizim dokunamadığımız yüreğinde kimler hangi duyguları yerleştirecek? Bizim ilimle, irfanla, ahlâkla dolduramadığımız kalbine, kimler hangi kirli duyguları dolduracak? Bu çocuğun beynini kimler nasıl yıkayacaklar, yerine neler koyacaklar?" diye düşünüp ağlamak dururken gülüyor muyuz?

Bu okuldan bugün bir cenaze çıkmış. Bize cenazenin ardından ağlamak, hadi ağlamadık dua etmek düşmez mi? 

Genç Müdür Yardımcısı arkadaş araya girdi. 

"Ali hocam" dedi. "Bunca öğrenciyi okutuyoruz, bir öğrenciyi okuldan gönderdik diye ettiğin sözler biraz ağır değil mi?"

"Bir az mı?" dedim.

"Okulumuzdaki binden fazla öğrencinin yanında elbette az" dedi.

"Kaç çocuğun var hocam" dedim.

"Bir kızım var" dedi.

"Allah bağışlasın" dedim. "Ne kadar değerli senin için kızın?"

Adeta gözleri parladı. "Dünyalara değişmem kızımı" diye cevap verdi.

Ben devam ettim:

"Ama sadece bir çocuk. Dünyadaki yüzmilyonlarca çocuktan sadece biri. Neden bu kadar değerli olsun ki? Çünkü, o senin kızın değil mi? Senin kanından, senin canından biri. Onun tırnağına zarar gelmesin diye canını ortaya koyarsın eminim. Hocam, BİR sayısı bizim çocuğumuz olduğunda dünyanın en büyük değeri haline gelirken, başkasına ait olan BİR'i neden küçümsüyoruz?  O çocuğun ailesi için de BİR sayısının senin çocuğunun değeri kadar büyük olabileceğini düşünmüyor musun?"

...

Ben konuşmayı sürdürdüm:

"Hocam o hoyratça kaybettiğimiz ve küçümsediğimiz BİR'ler var ya... Bakın ben size o BİR'lerin hikayesini anlatayım..."

O kaybettiğimiz BİR; yarın gidecek bir kadın katili olarak karşımıza çıkacak. Belki de o kadın senin benim anamız, eşimiz, bacımız, kızımız olacak...

O kaybettiğimiz BİR; yarın bir çocuk tecavüzcüsü olarak karşımıza çıkacak.

O kaybettiğimiz BİR; yarın bir uyuşturucu satıcısı olarak bizim çocuklarımızı zehirleyecek.

O kaybettiğimiz BİR; yarın eli kanlı bir katil olacak, sevdiklerimizi bizim elimizden alacak.

O kaybettiğimiz BİR; yarın bir canlı bomba olacak, onlarca yüzlerce kişiyi öldürecek.

Her kaybettiğimiz BİR'le birlikte hepimiz kaybediyoruz. Biz, BİR kaybettiğimizi düşünürken aslında BİR MİLYON kaybediyoruz...

...

Sahi BİR nedir?

Evladımızın tırnağına taş değdiğindeki “BİR” sayısının büyüklüğüyle, Osmaniye’nin köyündeki yoksulluğun dibine vurmuş annenin yetim çocuğu şehit olduğundaki “BİR” sayısının büyüklüğü arasında kaç sıfır fark vardır?

Evladımızın tırnağına taş değdiğinde feryad eden yüreğimiz, evladı şehit olan Gülsüm Ana’nın yüreğinin feryadına neden ortak olmaz?

Çocuklarımız okusun diye çırpınan bizler, çocuklarını bize emanet eden garip anaların babaların çocukları için de aynı derecede çırpınamaz mıyız?

Zaten çırpınıyoruz tamam; peki kurtaramadığımız zaman o BİR çocuğun anasıyla babasıyla birlikte ağlayamaz mıyız?

BİR'den vazgeçmek gerçekten bu kadar kolay mı olmalı?

Saygılarımla...