Yemyeşil gözlerindi en çok aklımda kalan. Benim gözümde gözlerin en güzeli, en büyüğü, en tatlı  bakanıydı onlar. Çok sevgili Güngör Öğretmenim…Babaannenin sana gün göresin diye koyduğu isim, her biri bin güne, bir ömre bedel öğrencilerine umut oldu, ışık oldu.
Annemden ilk kez ayrılmanın acısıyla gözlerimden düşerken yaşlar, gözyaşlarımı sıcacık ellerinle silip, saçlarımı okşamıştın ya..İşte o zaman başladı belki de aramızdaki derin sevgi… Öyle bir sevgi ki ölene dek unutulmayacak, her gün daha da büyüyüp çoğalacak.“Üzülme artık ben de senin bir annenim. Hem biliyor musun benim hiç çocuğum yok sizlerden başka.”deyişindi belki de bizi sana böyle derinden bağlayan.
Evet hiç çocuğun  olmamıştı  öğrencilerinden başka. Bebek kokusunu hiç duyamamıştın, hatta mesleğine olan sevgin ve bağlılığın daha doğrusu aşkın başka bir aşka yer bırakmamıştı kalbinde. Başka bir aşkı bilerek istememiştin, çünkü sen en büyük aşkı bulmuştun öğrencilerinin sana muhtaç masum bakan gözlerinde…
Güngör Öğretmenim… Biliyor musun artık ben de bir öğretmenim. Artık ben de senin gibi kapıda çiçeklerle bekleniyorum. Elleri çiçek dolu çiçekler bekliyor kapıda beni de tıpkı senin gibi. Hani “çiçek kokan çiçeklerim” derdin bize hep ve her 24 Kasım’da bize “Dünyanın bütün çiçekleri” şiirini okurdun gözünde yaşlarla. Ne güzeldi sesin… Hala kulaklarımda. Bize sen sevdirdin öğretmenliği duruşunla. Nasıl da istedik senin yerinde olmayı. Sen yokken gizlice sandalyene oturmak en büyük heyecanımızdı. Ta ki boş kalan sandalyeni görene kadar…
Evimizin balkonundan etrafa bakarken,  seni iki kişinin kolunda halsiz ve bitkin görünce nasıl da korkmuştum. Seni hiç öyle iki büklüm görmemiştim. Beni fark edince sanki utandın halinden, toparlandın hemen ve zorlanarak da olsa elini kaldırıp yavaşça salladın ve azıcık gülümsedin bana. Bense heyecandan hızlı hızlı atan kalbime hakim olamıyor, bir yandan da hasta oluşuna çok üzülüyordum. Hele o azıcık gülüşün, en çok da o üzdü beni hiç azıcık gülmezdin sen bize. Hiç öyle iki büklüm durmazdın hep “Dik durun” derdin en dik halinle. Kara kızım derdin ya hep bana, kara kızını çok üzmüştü bu sessiz gidişin. Çünkü kara kızın bunun seni son görüşü olduğunu bilemeden bakmıştı sana ilk kez.
Sonrasında okula giderken kaldırımda tanıdık bir çift ayakkabı gördüm. Evet tanıdıktı, senin ayakkabılarındı onlar. Siyah, küçük, minik topuklu, o her gün giydiğin, topuğunun tok sesiyle yüreğimizi yerinden oynatan ayakkabılarındı onlar. Orada öylece duruyorlardı. Öylece bakakaldım ayakkabılarına hiçbir anlam veremedim çocuk aklımla. Okula gittiğimde herkes ağlıyordu. En küçükten en büyüğe herkes ağlıyordu. Senin öldüğünü söylediler sonra. “Öğretmenin öldü” dediler hiç acımadan bana. “Nasıl yani?” dedim, “Öğretmenler ölür mü?” Ölmez dedim öğretmenler, hasta olur bazen ama ölmez… Sınıfa gittim inanmadım çünkü, boş duran sandalyen ilk tokadı vurdu yüzüme. Yok dedim hasta o, ben gördüm bugün. “En son ben gördüm onu sabah çok hastaydı sadece ama ölmedi.” dedim hastanede dedim… Yok dediler öldü dediler… Kara kızının gözleri bu sefer gerçekten kararmıştı, kalbi, ruhu…
 
O gün ders yapmadık, eve yolladılar bizi. Eve gidince annem kapıda karşıladı beni, nasıl sarıldı bana sımsıkı, “Üzülme dedi cennette bekleyecek, biz de bir gün gideceğiz oraya.”Ölüm acısını en sevdiğim, her gün onu görmek için heyecanla okula gittiğim, örnek aldığım insanla yaşamak çok üzücü oldu benim için. Ve ayakkabıların neden kaldırıma bırakıldığını da öğrendim daha o yaşta. Ruhum o ayakkabılardan farksızdı. Bırakılmış, terk edilmiş, kimsesiz kalmıştım artık… Okul benim için artık bir matem yeriydi. Topladığım çiçekler sahipsiz kalmıştı artık, omzundan gizlice aldığımız saç telin defterimizin arasında kalmıştı. Yüreğimizde kocaman bir boşlukla gidip geldik okula yıllarca…
Ölmeden önce gördüğün, baktığın gülümsemeye çalıştığın son öğrencin olmak da ayrı bir üzüntüydü benim için. Yıllar geçti ve hiç unutamadım o azıcık gülüşünü. Her şeyi senden öğrenmiştim dört yıl boyunca. Öğretmenlerin de öleceğini sen öğrettin bana gidişinle. Ve kara kızın senin gidişinle öğretmen olmaya karar verdi. Senden kalan o koca boşluğu başka  hangi meslek doldurabilirdi ki..Senin gibi sımsıkı, yalansız sarılmak için küçücük yüreklere, çiçek kokan çiçekleri koklamak için sevgiyle, senin  bıraktığın yerden devam etmek için inançla ve azimle…Minicik elleri sıkı sıkı sarıp onlara güven vermek için, ağlayan gözlere mendil, kanayan yaralara merhem, mutsuz yüreklere umut olabilmek için..Mekanın cennet olsun, kabrin öğrencilerin gibi mis kokan çiçeklerle dolsun…