Sevgi, acıma, şefkat ve merhamet gibi beşeri duygular, gayrın yararına bireye sorumluluklar yükler. Özveri ve hoşgörünün önünü açar. Dayanışma, yardımlaşma artarak, sosyal barış beslenir, insanlar bir arada mutlu olurlar. Böylece toplumsal duyarlılığımız öne çıkar. Birey gayrın mutluluğu, refahı için ne ölçüde özveride bulunuyorsa, o kadar toplumsaldır ve de toplum barışına o denli katkı sağlar. Bu konudaki söylemlerimiz eyleme dönüşmedikçe bir işe yaramaz. Söylemlerimiz eylemlerimizle örtüştüğü sürece toplumsal duyarlılığımız yetkinleşir. Burada da insanın kendini sorgulaması, toplumsallık bilinci kazanması çok önemli bir göstergedir.
İnsan kendini sorguladığında Yaradan'ın kendine tanıdığı ayrıcalıkları ve yüklediği sorumlulukları algılar. Ayrıcalıklar bir nimetse, ki öyledir, sorumluluklar da bir külfettir. Nimeti kullanıp sorumluluklarını gerçekleştirmemekse insan olarak yaratılmanın doğasına aykırı düşer elbette. Yüce dinimiz "ibadetlerin en üstünü insana hizmettir" derken insanı insana hizmetle yükümlü kılmıştır. Bu nedenle toplumu oluşturan bireyler birbirlerini tamamlamak zorundadır; yoksa toplum büyük yara alır. Gün gelir bu yaraların acılarını hep birlikte duyar ve bedelini hep birlikte ödemek zorunda kalırız.
Toplumsallığın temeli birey olmaya dayanır. Birey olmak elbette kolay değildir. Uzun bir yetkinleşme süreci ister. Bu nedenle bireysellikten bireyliğe geçiş pek kolay olmasa gerektir. Çünkü egomuzu erdemlerimizin gerisine almak özveri ister. Ailede başlayan paylaşım duygusunu toplum bazına yayabildiğimiz ölçüde başarılı oluruz. Sevgiyi öne çıkardığımız zaman her şey kolaylaşır. Çünkü sevgi, erdemlerimizin en doğurgan anasıdır. Bu anaya sahip her birey, toplum yapısının temelindeki en sağlam taş, harç, demir ve çimentodur. Bu temel toplumsal depremlere karşı daima güvenli, sağlam ve dayanıklıdır
Zaman zaman birey olamamanın altındaki nedenlere kafa yorarım. Toplumsallık adına hayıflandığım olur. Keşkeler, sorunlar ve beklentilerim peş peşe sıra lanır. Ancak umutlarımı sarsmaz. Umutsuzluk Uygar insan için bir zaaftır karamsarlıktır. Umutsuzluk uygarlık gelişimiyle çelişir. Hiçbir şeyin geriye gittiğini kabul edemem. Bunun eşyanın tabiatına aykırı olduğunu düşünürüm. Ancak, bireyselliğin toplum barışına yansıyan olumsuzluklarını da görmezden gelemem. Baktığımda birey olmanın önündeki en önemli engelin havalecilik (görev ve sorumluluklarımıza doğrundan sahip çıkamama) olduğunu gözlerim. Geleneksellik taşıyan bu yaklaşım yurttaş olmanın onurunu da zedeliyor, elbette. Havalecilik alışkanlığını, bencilliği, sorumsuzluğun güdümündeki cin akıllı geçinme kolaycılığını yakıştıramıyorum, insanımıza doğrusu. Bırakın toplumu kendi için bile elini taşın altına koymasını beceremeyen insanlarımız az değildir. "Armut piş, ağzıma düş" yaklaşımından yola çıkanların beklentileri çoğu kez gerçekleşmez; onlar da aldanışın ezikliğini yaşar. Çünkü armudu pişirenler önce kendilerini düşünürler. Toplum bilinçlendikçe böylelerinin sayılarının azalacağı iyimserliğini taşıyorum.
Giderek her konuda olduğu gibi toplumsal alanda da duyarlılığımız artarak devam ediyor. Refah düzeyi yükseldikçe, ulus olarak varsıllaştıkça, milli gelirden adil bir pay aldıkça daha iyiye, daha güzele, daha çok paylaşıma ve dayanışmaya ulaşacağımıza inanıyorum.
Toplumla paylaşım duyarlılığının temeli ailede atılır. Ailede paylaşım kültürünü özümseyen her birey, bunu toplumsalın geneline taşımakta zorlanmaz. Şunu iyi bilir ki mutluluk, mutlu ettiklerimizle paylaşıldıkça anlam kazanır. Bunun en yeni, en sıcak örneklerini Van depreminde ve Muharrem ayı aşure geleneğinde yaşadık. Merhamet duygularımız ve inanç değerlerimiz bizi adeta birbirimize kenetledi. Ortak değerlerdeki bu paylaşımın mutluluğu hepimizi sarıp sarmaladı. Bu ülkü ve inanç birlikteliklerinin toplum barışına çok önemli katkılar sağladığını düşünüyorum.
Toplumumuz iyiye, yararlıya, doğrudan yana olan dönük değişime, yenilenmeye ve gelişime açıktır. Ancak bu gelişim sürecinde birtakım uyumsuzluklar ve sıkıntılar da olacaktır. Önemli olan hatalardan arınarak yeni doğrulara yönelmektir. Madalyon iki yüzüyle bir bütündür. Yeter ki toplumun geliştirdiği onca ortak payda değerlerinde birleşmesini bilelim. Sen, ben yok biz varız, diyebilelim. Ortak coğrafyada, tasayı ve kıvancı birlikte yaşadığımızın bilincine varalım.
Toplumsal duyarlılığımızın özünde elbette sevgi olmalı. Yüce Yaradan bilinçli sevgiyi ancak insana vermiştir. Sevgi, toplumsal duyarlılığımızı besleyen tüm erdemlerimizin en doğurgan anasıdır. Sevmekten korkmayalım. Unutmayalım ki tüm toplumsal ve de kişisel sorunlarımızın temelinde sevgisizlik vardır. Sevgisiz insan kendini yalnızlığa tutsak eder, toplumsallığın nimetlerinden ve yaşamın erincinden mahrum kalır. Unutmayalım ki bizi Allah'a taşıyan aşkın temelinde de özgün ve içten sevgi vardır. Sevgi tüm bireysel ve toplumsal sorunlarımızın en sağaltıcı ilacıdır.
Yazının içeriyle örtüştüğü için bu konuyu, Hz. Mevlâna'nın şu özdeyişiyle bağlamak istiyorum: "İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz; kendinle kaldın mı bir dane, bir damlasın"