Geçen gün, sanal hayata dalmış iken birden orada çıktım suyun yüzüne. Suyun yüzünde şu gerçekleri gördüm. Özellikle evsiz insanların demir banklar üzerinde gece yarısı saat 1 sıralarındaki içler acısı hallerine şahit oldum. Gariban ve kimsesiz insanlar, gözleri sımsıkı kapalı, gürültüye ve ışığa rağmen derin uykuya dalmışlardı. Bu kimsesizlerin saç-sakalları birbirine karışmış ve pejmürde kıyafetler içindeki hâlleri yürek paralıyordu.
Bu manzarayı gören herkes özellikle hâline şükredecek ve tefekkür edecektir. O tefekkür sonunda yalnızca şükür etmekle kalmayıp bu manzaranın nasıl daha da iyi olması için çalışacaktır. Tamam herkesin elinden herşey gelmez. Yani terminaldeki evsizlerin, garibanların durumuyla herkes yakından ilgilenemez. Ancak, bizim gibi tefekkür ehline düşen görev, terminaldeki zavallı insanların, gariban insanların durumlarını daha iyi hale getirmek için yetkilileri harekete geçirmektir. Mesela, bir soru neden terminallerde bir aşevi yok. Belediyeler her şeye para ve imkan buluyorlar da buna mı bulamıyorlar. Ben bu hususu tüm Belediye Başkanlarının dikkatine çekiyorum.
Bu hususu böyle belirttikten sonra o geceki terminaldeki müşahedelerime devam ediyorum.
O gece, Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminalinde, evsiz orta yaşlardaki bir kadın koca bir kırmızı valizi sürükleye sürükleye gidiyordu. Sanırım kendisine uyuyacak bir yer arıyordu. Gözleri yorgunluk ve bitkinlik ile kısık kısık bakıyor ve masumiyet tepeden tırnağa üzerine sinmiş idi. O kadının gözlerinde acıyı, çaresizliği gördüğüm gibi, masumiyeti ve safiyeti de gördüm. O çaresiz kadın, bir demir bank buldu, boş bir köşede, valizini özenle demir bankın altına yerleştirdi ve oturma vaziyetinde hemen uykuya geçti. Biraz uyuyor, biraz gözlerini açıyordu. Ayakkabılarını çıkardığında terminalin beton ve hissiz zemininin tüm ağırlığı kara kuru ayağına sinmiş gibiydi. Otobüsümün hareket saati geldiğinde ayağa kalkıp o kadına doğru yürüdüm ve cebinden çıkardığım bir miktar parayı uzattım. Kadın sanki konuşmayı da unutmuş gibiydi. Teşekkür etti ancak, sanki harfler ve kelimelere bir bütün hâlinde değil kesik kesik döküldü dilinden. Parayı alırken bakışı da ayrı bir masumiyet ve mahcubiyet göstergesiydi. Kimseden para istemiyordu ve verildiği zaman da parayı almakta dahi zorlanıyordu. Kuran’da geçen bir ayet-i kerimeyi hatırladım: “Sadakalarınızı o fakirlere verin ki, onlar, Allah yolunda çalışmaya koyulmuşlardır; öteye beriye koşup kazanamazlar. Dilenmekten çekindikleri için, tanımayanlar, onları zengin zanneder. Ey Rasûlüm, sen onları sîmalarından tanırsın. Onlar, iffetlerinden ötürü insanları rahatsız edip bir şey istemezler. Siz malınızdan bunlara ne harcarsanız, muhakkak Allah onu hakkıyla bilicidir.” (Bakara Suresi, 273)
Evet, o geceki terminaldeki manzara çok hüzün ve keder verici idi. O manzara gerçi her gece yaşanan bir manzara idi. Bu bir kader mi idi.
O gece terminalde başka bir evsiz demir bankta değil, soğuk mermer beton üzerinde yatıyordu.
O gece terminalde otobüs beklerken terminalde gerçek hayatın ta kendisi tüm ağırlığı ve hüznü ile tam karşımda iken, bu arada sanal hayattan kareler de cep telefonuma facebook üzerinden yansıyor idi. Kimi arkadaşımı enfes yemek resimleri atıyor, kimisi bilmem kaç yıldızlı otel resmi yüklüyor, kimisi plajdan, kimisi havuzdan, kimisi de kumsaldan kareler gönderiyordu.
Hayat ne garip ve tam bir zıtlar Dünyası. Dünya üstüne Dünya var bu Dünyada. Dünyalar arasında Dünya var bu Dünyada. Kimse kimsenin Dünyasını bilmiyor ve giremiyor aslında.
Bu Dünyalar arasında “gerçek Dünya terminallerde yaşanıyor.” Terminallerde “Dünyanın bir özeti ve hülasası var.”