Gelişme ve ilerleme ancak özgürlük ve demokrasi ikliminde sağlanır. Dünyanın tüm Ülkeleri eğer bir huzur ve refah seviyesine ulaşmışlarsa, bunun sebebi adaletli yönetim ile ehliyetli kadrolardır. Bir toplumdaki medeniyet ve teknolojik yenilikler, o toplumun bilime ve araştırma-geliştirme (AR-GE faaliyetlerine) verdiği değer ve ayırdığı bütçe ile birebir ilgilidir.
Kişilerin hayatlarında tesadüf ve şansa yer olmadığı gibi toplumların ve Ülkelerin hayatlarında da şansa ve tesadüfe yer yoktur. 8 milyonluk bir İsrail 1,5 milyarlık bir Müslüman Nüfusuna kafa tutuyorsa, bunun bir sebebi vardır. Bunun sebebi çalışmayla, emek vermeyle ilgilidir. “Herkese çalıştığının karşılığı vardır.” Bu söz üniversite imtihanlarına giren gençler için geçerli olduğu kadar, A’dan Z’ye her yerde ve her alanda geçerlidir. Bir dersin konularına çalışmadan ve bilgisini elde etmeden, o dersin sınavlarından geçmek mümkün mü? Bir inşaatın duvarlarını örmeden, malzemelerini yerleştirmeden, üstüne kalıbını dökmeden o evi tamamlamanız mümkün mü? Çalışmadan ve emek sarfetmeden olmuyor. Bu hayatın kuralıdır. Allah (cc) çalışana verir. Allah (cc) ter dökene karşılığını verir. Bu Dünya’da esas kural budur.
Bir savaş için karşılaşmış iki taraf düşünün. Bir taraf Allah’ın yolunda yürüyen ve Allah’a inanan askerlerden kurulu. Diğer taraf ise inançsızlardan oluşmakta. Bu savaşı kim kazanır? Elbette, kim iyi hazırlık yapmış ise, kim gerekli savaş eğitimlerini en iyi yerine getirmiş ve savaş teçhizatlarını oluşturmuşsa, o taraf kazanır. Bu kural Allah’ın yeryüzünde her daim geçerli kuralıdır. Esas kural budur.
Çalışmak ve hazırlanmak kuralına göre hareket eden her mü’min, Allah’ın yardımını bu kuralı yerine getirdikten sonra isteyecektir. Yani, kendisinde hiçbir hazırlık yok, öğrenci dersine çalışmamış, asker savaş hazırlığı yapmamış ve bu olumsuz şartlar altında başarı ve zafer beklemek akıl işi değildir. Bizim aklımız var. Bizim fikrimiz var. Üstüne üstlük, akla değer veren ve çalışmayı emreden bir Dinimiz var. Bu ahvalde, mü’min bir insan asla tembellik yapamaz.
Şu iki ayet-i kerime her daim aklımızın en mihverinde ve tam merkezinde yer tutmalıdır: “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir.” (Necm Suresi, 39-40)
Bu iki ayet-i kerimeyi alın da yıldız gibi rehber edinin ve yolunuzu bulmak için bir karanlık gecede nasıl ki, size kutup yıldızları yol gösteriyor, o yıldızın yerini gördüğünde “işte bu yön kuzey” diyerek yönünüzü ayarlıyorsunuz. Aynı bunun gibi, Dünya hayatında da bu ayet-i kerimeler doğru bir istikameti bulmak için size yol göstersin. Ve aklınızda ve fikrinizde daim olarak yer alsın.
Evet, bu iki ayet-i kerime fert planında ve şahıs olarak, bize yol gösteren ve bizi mutlak surette yönlendiren özelliktedir. Her insan şahsi hayatını ve başarı hedefini, bu ayetlerin Nurunda ve aydınlığında aramalıdır.
Bu ayetin yanında bir de başka bir ayet-i kerime var ki, o da bir toplumun durumunu ve bir Ülkenin yapısını anlatıyor ve bize ders ve fikir veriyor. “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.” (Ra’d Suresi, 11)
Şimdi kafanızda şimşekler çaktı mı? Şimdi kafanızın üzerinde gök gürledi mi? Öncelikle biz toplum olarak kendimizi değiştirmedikçe, ne bir rahmet ve ne de bir merhamet beklemeyelim. Önce iyi bir toplum, mü’min özellikleriyle tam olarak mücehhez bir kavim olalım, ardından merhamet ve rahmet bekleyelim. Yoksa biz kendi özelliklerimizi değiştirmeden olumlu ve güzel bir sonuç elde edemeyiz.
Necm yıldız demektir. Ra’d gök gürlemesi, şimşek çakması demektir. Fert ve toplum olarak yönümüzü ayetler bir yıldız gibi aydınlatması için ve zihnimizde aynen bir şimşek çakması ve ufuk açması için Kur’an-ı Hakim bize tam bir rehber olmalıdır. Kur’an fert ve toplum planında hakim olmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’i duvarlara sanki bir süs eşyası gibi asmak ve fikir ve kurallarından yararlanmamak, Kur’an-ı Kerim’i hayatta “bir başarı formülü” olmaktan çıkararak yalnızca mezarlıklarda ölülere okunacak bir kelam gibi değerlendirmek, bir İslam Toplumuna kurulacak en büyük tuzak ve en büyük zulümdür. Ne güzel ve ne veciz ifade etmiş bu hakikati Üstad Mehmet Akif ERSOY. Gelin bu sözlere kulak verelim.
“İnmemiştir hele Kuran şunu hakkıyla bilin.
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.”
Şimdi yazımın sonunda a) ve b) şeklinde sizi iki seçenek ile baş başa bırakıyor ve bu seçenekleri belirttikten sonra yazımın başlığında belirttiğim hususu, yazımın en sonunda da belirtiyorum.
a)Kur’an-ı Kerim’e bağlı ve ilkelerine sadık toplumda yaşıyorsanız, buna uygun bir şekilde yönetilirsiniz. b)Kur’an-ı Kerim’e bağlı olmayan ve ilkelerine de sadık olmayan bir toplumda yaşıyorsanız, buna uygun bir şekilde yönetilirsiniz.
Bizim için hayatta bu iki şıktan mutlaka birisi geçerlidir.
Yazımın sonunda gür sesle haykırıyorum:“Önemli olan yöneticileriniz değil, önemli olan sizsiniz. Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.”