İnsan doğallıktan ve sadelikten uzaklaştıkça güzellikten ve estetikten de uzaklaşıyor. Doğal ve sade olan güzeldir. Doğal ve sade olan çekicidir. Doğal olmayan insanlar itici ve sevimsiz olurlar.
Günümüzün en büyük problemlerinden birisi, çağımızın en büyük meselelelerinden birisi “kendi asıl özünde olanları değil de yapmacık ve sahte davranışların sergilenmesidir.” Her yerde, her mevkiide, her görevde, toplumun bir çok alanında insanlar sahte gülüşlerle, görünüşteki ilgilerle işi idare etme yarışında. “Nasılsın” diye sormalarımız, adetten sormalar olmuş. Çünkü “nasılsın” diye sorduğumuzda esasında cevap da beklemiyoruz. Sorup da gidiyoruz. Cevabını duymuyoruz dahi. Adetten ve sureta sorduk ya, cevabını önemsemiyoruz. İşte bundan dolayı, “nasılsın” diye sormalarımız değersizleşiyor.
Samimi olmayan ve içerisinde riya olan her tavır ve davranış, esasında değersizdir. Değersiz olduğu kadar, çirkindir de. Evet, insan yapmacık ve kendinden olmayanları sergiledikçe çirkinleşiyor. Çirkinleşen insan da sevilmiyor. Çirkin insan dediğimde de sakın fizik ve beden yönünden bir mana anlaşılmasın. Asıl çirkinlik beden ve yüz çirkinliği değil, ruh ve fikir çirkinliğidir.
Günümüzün insanı ruh güzelliğine önem vermiyor. Çağımızın insanı beden güzelliğine kafayı takmış. Fizik ve beden güzelliği için trilyonları harcayan bu insanoğlu acaba ruh güzelliği için kaç kuruş harcıyor?
Sorumu biraz daha netleştireyim. Dünya’da kozmetik sanayine, makyaj endüstrisine harcanan para, bu alana yapoılan yatırımlar belki de onlarca trilyon tutar, ancak, insanın ruh güzelliği için ne kadar bütçe tahsis ediliyor? Bu ikisi arasında kıyaslanmayacak derecede uçurumlar vardır.
İnsanın ruhunun doğallığını koruması ve ruhunun doğuştaki gibi tertemiz kalması için neler yapılması gerekiyorsa o yapılmalıdır. Bu alana ne kadar para harcansa yeridir. Keşke ruh güzelliği için, insandaki ilim ve irfanı artırmak için trilyonlarca bütçe harcansa, bu tüm Dünya’nın mutluluğunu da beraberinde getirir.
Evet, doğallık ve sadelik üzerine çeşitli fikirler geliştirilebilir.
Doğallık ve sadelik denilince sizin aklınıza ne geliyor, bilmem. Doğallık ve sadelik denilince benim aklıma, “insanın asıl fıtratı, çocukların bakışları, meczupların davranışları, hayvanların bütün halleri, çiçekler, böcekler, ağaçlar, bitkiler, taş, ova, dağ, kırlar, güneş, ay, yıldızlar ve insan dışındaki diğer tüm varlıklar” aklıma geliyor. Gerçekten de insan dışındaki tüm varlıklar sade ve doğaldır. İnsana gelince iş değişiyor. İnsan da bebeklik ve çocukluklarında doğal ve sadedir. Ondan sonra durum değişiyor.
Bazen TV dizileri ve sinema filmleri izlerlerken filme “rol yapan sanatçıları” gördükçe herkes, “o artist nasıl da rol yapıyor, bravo” derken, ben de “nasıl da sadelikten ve doğallıktan uzaklaşıyor” diye düşünüyorum. Filmde oynayan her sanatçı ve artist o işi sanat gereği ya da daha açıkçası para için yapıyor. Ve kendinde olmayan şeyleri icra ediyor. Para için ağlıyor, rolü için kahkaha atıyor. Bu haller, o sahneler ben de “tiksinti uyandırıyor”. Ben rol gereği ve film için dahi “insanın kendisinde olmayan bir şeyleri sergilemesinden” nefret ediyorum. Çünkü ben tabi olanı ve doğal olanı seviyorum. Hermen belirteyim, şairlerin de yapmacık ve cafcaflı sözlerinden nefret ediyorum. Şairlerin kendisine olmayan şeyleri varmış gibi söylemelerinden tiksinti duyuyorum. Tabi olmak harika bir şey. Sade olmak en güzel bir durum. Doğal olmak çok hoş.
 
Şuara Suresi 224-226. ayetlerin meali şöyledir: “Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar.  Baksana onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar.Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler.” Şairlerin yapmayacakları şeyleri söylemeleri Allah tarafından hoş karşılanmıyor. Şairlerin şaşkın şaşkın her vâdide dolaşmaları (yani aslından uzaklaşmaları, yani sadelik ve doğallık dışına çıkarak abartılı şeyler söylemeleri)  Allah tarafından tenkit ediliyor ve ayette ayan-beyan eleştiriliyor. Burada eleştirilen esasında şairlerin şiarlarıdır. O şiar (yani o özellik) abartı, mübalaga ve kendinde olmayan şeyler söylemeleri ve yapmayacakları şeyleri bol keseden atmalarıdır. Gerçekten de şair denilince akla hep bu abartı ve bol keseden konuşan insan akla geliyor. Halbuki dosdoğru sözlü olan ve gerçekçilikten ayrılmayan şairler de var. Ancak bunlar azınlıktadır. Ancak şair denilince akla gelen daha çok ilk grupta anlatılan yani çoğunluk olarak atıp tutan, her vadide dolaşan, abartılı sözler söyleyen anlaşılıyor.
Doğallık ve sadelik üzerine görüş ve düşüncelerimi film artistlerinden şairlere kadar getirdim.Tekrar filmlere dönecek olursak, filmlerde ben o rol yapan artistlerden daha çok, film sahnelerinde bazen geçen at, kedi, köpek, ağaç, bitki ve taş gibi varlıklara daha sempati ve daha anlamlı bir gözle bakıyorum. Şu başrol oyuncusu rol yapıyor, ancak “şu ağaç ve hayvan çok tabi, olduğu gibi kendisini yansıtıyor” diye düşünüyorum.
Evet, dostlar, ben sadeliğe ve doğallığa o kadar önem veriyorum ki, filmlerde dahi rol yapılmasına ve sadelik ile doğallıktan uzaklaşılmasına tahammül edemiyorum. Güzellik ve samimiyet doğal ve sade olmaktadır.
Yazımı şu şiirimsi sözlerle noktalamak istiyorum:
“Doğal olan herşey güzeldir.
Doğal olan herşey özeldir.
Doğal olan herşey dikkat çeker.
Doğal olan herşey sevilir.
 
Güzel olmaya, özel olmaya çalışma.
Doğal ol yeter.
Bir çiçek gibi.
 
Dikkat çekmeye ve sevilmeye çalışma.
Sade kal yeter.
Bir bebek gibi.
 
Rol yapma.
Samimiyetten uzaklaşma.
Kendin ol yeter.
 
Çiçek gibi.
Bebek gibi.
Doğal ol.
Sade kal.”