“Bad-ı Saba” demek sabah rüzgarı demektir. Lise yıllarında edebiyat derslerinden hatırlarsınız. Fuzuli bir beytinde şöyle sesleniyor: “Ne yanar kimse bana âteş-i dîlden özge. Ne açar kimse kapım, bâd-ı sabâdan gayrı.” Şairimiz diyor ki, o kadar yalnızım ki, bana benden başka acıyan ve merhamet eden yok. Ve sabah rüzgarından başka da kimse kapımı açmıyor.
Biz de Üstadımız Fuzuli’nin bu beytinden esinlenerek “Bad-ı Saba Tefekkürleri” başlattık. Biz de yaş ilerledikçe elbette yalnızlaşıyoruz ve bu yalnızlık bizi daha fazla tefekküre sevkediyor. Elhamdülillah.
Ben artık her güne Allah’ın izniyle tefekkür rüzgarları ile başlıyorum. Ve bu tefekkürlerimi sosyal medyada paylaşıyorum. Sizlerle de son altı güne ait tefekkürlerimi, bu köşe yazımda paylaşmak istedim.
1-
Kanser nedir? Vücuttaki tek bir hücrenin dahi sistem dışına çıkarak vücudun normal işleyişine zarar vermesidir. O tek bir hücre nasıl ki zamanla tüm vücudu tesiri altına alıp tamamen çökertiyorsa, aynı bunun gibi, normal fıtrata aykırı bir küçük isyan dahi zamanla tüm ruhu tesiri altına alır ve insanın canavar bir yapıya dönüşmesine sebep olabilir.
Özetle herşey küçük bir nokta ile başlar önemsemezse dev bir kütle olur. Unutmayın, fırtınalar ve kasırgalar da başladığında bir nefes kadar cılızdır. Bir çığ başladığında bir kartopu kadar küçüktür.
2-
Samimi olmak. Dinde, işte, ibadette, muamelatta, velhasıl tüm hayatta samimi olmak. En büyük meziyet ve en mühim vaziyet. Günahlarımızda samimiyiz, ibadetlerimizde samimi olup olmadığımız bir soru işareti. Düşmanlıkta samimiyet sorunu yok, dostluklarda samimiyet koca bir muamna.
Mevlana "ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol" derken işte bu samimiyet ve ihlas konusuna dikkat çekiyordu.
Samimiyet ve ihlas bu günün değil bütün asırların sorunu, ezelden ebede kadar mühim mevzu.
3-
İstikamet ve güzergah, yol ve menzil, rehber ve arkadaş senin için elbette önemli olan bunlardır. Doğru bir yoldaysan, hedef de tek ise, güzergahtan emin isen, rehberine teslim olmuşsan, arkadaşların sağlam ise ne tasa, ne de gam taşı. Bir kuş hafifliğinde, bir kartal kararlılığında yol al. Bunlar haricindekilere dönüp de bakma. Sağa-sola aldırma. Kimsenin adamı olma, Hak'kın adamı ol. Hak'tan gayrısı umrunda olmasın. Tek başına kalsan da hedef tektir.
Halk ölçün olmasın, ölçün Hak olsun.
4-
"Alah (cc) tefekkür ve hayretinizi artırsın."
Söze bir dua ile başladım. Ne güzeldir dua, ne güzeldir tefekkür ve ne güzeldir hayret etmek. Güzelliğe götüren her fikir ve her söz de güzeldir.
Geçen gün zihnimde tefekkür ettiğim bir kaç hususu size sunmak üzere söze dönüştüreceğim. Ben hayretle tefekkür ettim. Allah sizin de hayretinizi artırsın.
Dağlarda eşsiz nadide çiçekler gördüm. Hepsi de bir Sanatkara işaret ediyordu. Öyle muazzam bir tasarım eseriydiler ki, hayretle temaşa eyledim.
Bir dağ çiçeğinin taç dediğimiz tepe kısmında, yapraklarında ve nazenin gövdesinde ne bir fazlalık, ne de noksanlık vardı. Ve daha muhteşem olan husus bu denli muhteşem bir eser çok tabi ve basit bir sunumla sergileniyordu. İnsanoğlu bir icat ya da eser inşaa ettiği zaman eserin kendisinden çok müştemilatı göze çarpar ve rahatsızlık verir. Halbuki muazzam çiçeklerin sunumu da muazzam bir şekildeydi.
Bir insanların icat ettiği diyaliz makinasına bak ve bir de Allah'ın muazzam yaratıcılığının harika bir örneği olan böbreğe bak. Tefekkür ve hayret et. Diyaliz makinasının ağırlığı 100 kg ve günde 400 litre kan temizliyor ve 2 ya da 4 filtreye sahiptir. Günde 1500 litre kan temizleyen insan böbreği ise 2.4 milyon filtreye sahip olup ağırlığı da 100 gramdır.
Sözü fazla uzatmayayım. Bir de hayvanlar alemine bakalım.
Herbiri birer merhamet timsali olan hayvanlar dünyasındaki Annelere dikkat edin. Ben bu hususta örnek olarak iki Anneye dikkat çekeceğim. Biri Anne Arslan, diğeri Anne Kartal. Heyhat! Biri hayvanlar aleminde yeryüzünün, diğeri gökyüzünün kralı ve en şiddetli canlılarıdır. Gel gör ki, kendi yavrusuna karşı olabildiğince müşfik ve merhametli. Bu canavar varlıklara Anne Merhameti bahşeden kimdir?
Haydi, bu sabah tüm bu hususları hayret ile tefekkür edelim.
5-
Bizim Ümmet olarak çilemiz ne zaman bitecek? Niye bu durumdayız? Melhame-i Kübra ne zaman? Hz. Mehdi'ye işaret Kur'an'da var mı? Hz. Mehdi ile ilgili Hadis'ler sahih midir? Hz. Mehdi ve Süfyan gelmiş midir, yoksa gelecek midir? Hilafeti kaldıranlar ne yaptıklarının farkında mıydı? Hilafeti kaldırma planı bir İngiliz planı mıydı? Çağ'ın en büyük fitnesi FETÖ de bir İngiliz planı mı? Terörizm ve silah sanayi Batılıların icadı, ancak zarar görenlerin hep Müslümanlar olması, zalim ve mazlumu göstermekte midir? Mazlum Müslümanlar ne zaman ittifak kurarak Batılı Emperyalistleri diz çöktürecektir? Müslüman her daim umut ve heyecan içinde olmalı değil midir? Hiçbirşey bizi hedefimiz olan yoldan döndürmemeli değil midir? Bir tarafta ilim, diğer tarafta irfan ile Müslüm yoluna kararlılıkla devam etmeli değil midir? Cehalet, ihtilaf ve yoksulluk bu Ümmetin en büyük üç belası değil midir? Bu üç meseleyi ortadan kaldırmak için ilim, ittifak ve azim ile çalışmak gerekmekte değil midir? İlim Müslüman'ın "yitik malı" iken neden onu arayıp da bulmuyoruz? Ittifakta "rahmet" varken neden uzak duruyoruz? Çalışmak Müslüman'ın en büyük şiarı iken neden miskinliği seçiyoruz? Müslüman'ın en büyük düşmanını dışarıda aramayıp öncelikle nefsini yenerek ve kendini yetiştirerek, toplumda da ittifak ve kuvvet sağladıktan sonra hareket etmeli değil midir?
Evet, her sabah tefekkür ile uyanıyoruz. Elhamdülillah. Bugünkü Bad-ı Saba (Sabah Rüzgarı) serisinde tefekkürden tefekküre geçiş sağlayan sorulara yer verdim.
6-
Havalar soğuk ve serin giderken "bu sene sırtımız ısınmadı" yakınışlarının üzerinden fazla geçmeden, "kavrulduk, yandık" feryatlarını duyar olduk.
Bu tür sözleri söyleyenlerde öyle bir mantık var ki, "sanırsın bir hak elde etti de, o hak kendisinden esirgeniyor." Sanki sınava girdi de "soğuk hava" kazandı! Sanki bir imtihanı geçti de "ılık hava" elde etti.
Ne oluyor ya! Ne itiraz edip de "üf-püf" ediyorsun. Bir hakkın mı gaspedildi? Bir varlığın mı elinden alındı?
Ey İnsanoğlu! Senin bu Dünya'da kul olarak sana bahşedilen akıl, göz, ruh, beden, hava, su, toprak, yiyecek-içecek, sıcaklık-soğukluk gibi hiçbir nimette hakkın yok. Hepsi birer lütuf. Tüm varlık ve nimetleri Insanlara sunan Allah'a karşı şükretmekle ve vermediği sürece de sabrretmekle mükellefsin. Başka da yapacak makul bir işin yok. Ha, bir de tefekkür ile mükellefsin.
İnsana gerek ki, şunları tefekkür etsin: "45 derecelik sıcaklığı veren Yaratıcı (cc) insanları daha da fazla sıcaktan esirgiyor. Sıcaklık 60-70 olsa ne yapacaksın? Elinden bir şey gelir mi? 100 dereceye maruz kalıp da beynin fokur fokur kaynasa, nasıl direneceksin?
Bak bir ayarlama ve planlama var. Yüce Yaratıcı (cc) seni terletiyor, ancak cayır cayır yakmıyor. Seni bunaltıyor, ancak kapkara bir kömür gibi kavurmuyor. Hem bak, güneş kayboluyor, gece oluyor, nisbi bir serinleme de hissediyorsun. Ya hiç güneş batmasa ne yapacaksın? Kesintisiz yakıcı güneş ışığına en fazla kaç gün dayanabilirsin?
Bu sorularla birlikte bir de şu hususu tefekkür ettim bu sabah: "Nice nice nimeti ve güzelliği gören ve bizzat yaşayan insanoğlu çoğunlukla hayret dahi etmeden bakar ve yararlanır gider de bir sıkıntıya düçar oldu mu feryat eder de eder."
Not: İnşaallah, 2017 yılında çıkartacağım 5. kitabımın ismi belli olmuştur. Kitabımın ismi "BAD-I SABA TEFEKKÜRLERİ" olacaktır.