Adalet duygusu, aslında insanın genlerinde mevcuttur.
Bu duygu bazen evde, bazen bir işyerinde yani sosyal yaşamın her yerinde hemen göze çarpar. Bu duyguya insan tepkisi açısından bir örnek vermek istiyorum. Bir iş yerinde veya bir kurumda çalışma şartları adil yürüdüğünde huzur ve verimlilik devam eder, adalet ilkesi bozulduğunda o kurumda verim düşer, huzursuzluk başlar.
Çünkü insanın beyin yapısındaki adalet arayışı ve ayırımcılık duygusu ön plana çıkar. Bu sebeple idarecinin, işverenin ve çalışanın adalet terazisine sahiplenmesi gerekiyor.
Çünkü ellerinde güç ve yetki bulunduranlar adil olmak zorundalar!
Adalet duygusu ihmal edildiğinde ilişkilerde bozulmalar, sistemin yürümesinde aksaklıklar başlar. Bunun için adalet duygusunu iyi niyetlerle zenginleştirmek gerekiyor.
Ailede adalet duygusu babanın çocuklarına ve eşine karşı sorumluluğu ile başlıyor.
İnsanların hukuka olan saygısı ile içindeki adalet duygusu arasında kuvvetli bir bağ vardır. Uzlaşma beklentisi ile yargılamalardan doğan adil sonuçlarda hukuka olan güvenimiz daha da artar. Adil olmayan sonuçlar çıkarsa adalet duygumuz incinir, güvenimiz kalmaz.
Örneğin; bir alacak verecek meselesinde kendi adalet duygumuzla çözemez isek, elbette hukuka müracaat ederiz. Bu sebeple hukukumuzun sağlıklı işlemesi önem arz eder!
Sosyal yaşamda ise vicdanlarda adalet duygusu yerini korumalı.
İnsanın ruhsal konumu, adalet duygusunu iyi veya kötü şekilde etkiler. Adalet duygusunda tarafsızlığı ortadan kaldıran etkenlerin başında sorgulamadan, hemen inanma eğilimi yani ön yargılar veya zaaflar gelir.
Kararlarda araştırmadan aceleci olmak veya meseleyi çözümden kaçmak, gerçeklerden uzak kalmak, kötü ihtimalleri muhasebe edememek, bizi adil olmayan sonuçlara götürür!
Önyargıdan kurtulmak için takıntılardan, saplantılardan bir kere arınmamız gerekiyor. Dış görünüş veya yanlış anlatılanlar bizi yönlendirmemeli. Ambalajın cazibesine kapılmamalıyız, ambalajın içini de görebilmeliyiz!
Zaaflarımız veya kişisel eğilimlerimiz adalet in uygulanmasını zorlaştırabilir. Tehdit veya zorla bastırılan duygular sonucunda, insanlarda gizli veya açık olarak adaletsizliğe tepki gösterirler.
Uzlaşma yerine kavgacı tavırlar kendini gösterir.
Adaletin yerine gelmesi, insanlarda hoş bir duygu oluşturur, ama ne şekilde yapıldığı önemli! Bunun için adalet duygusunun tarifini iyi yapabilmeliyiz. Tehditle korkuyla adalet duygusu yerine oturmaz hatta incinir!
Dinimizin bağışlayıcı etkisinde sevgiyi yakalarız. Düzenli, disiplinli bir yaşam şeklinin içinde adalet duygusunu görürüz. Bu sebeple Hz. Ömer’i örnek veririz:
Hz. Ömer adaletin her konusunda çok hassastı. Kendi oğlu bir günah işleyince Allah-u Teâla’nın emri kadar had vurulmasını emretti.
Yine Hz. Ömer’in ordusunun İran’ı fethettiği gece Hz.Osman huzuruna gelmişti. Hz.Ömer acelece bir mektup yazıyordu. Mektubu yazıp bitirince, yanmakta olan mumu söndürüp, başka bir mum yaktı. Hz. Osman, Hz.Ömer’e mumu söndürüp başka bir mum yakmasının sebebini sorunca; “Söndürdüğüm mum beyt-ül malıdır, bana ait değildir. Onu Müslümanların işini görmek için yakmıştım, yazdığım mektup bitti. Şimdi seninle şahsi işim için konuşuyoruz, bunun için kendime ait mumu yaktım” der.
Ölünceye kadar bütün İslam âleminin huzur ve adalet içinde yaşamasının sırrı bu adalet duygusunda saklıydı.
M.Gandi’nin şu sözleri adalet duygusunun önemini vurguluyor sevgili dostlar!
“Haksızlığa yönelip bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman daha iyidir”.
Saygılarımla hoşça kalın!