Tarihi minaresi ve görkemli çınarın altında, kuş cıvıltıları içinde geçmişin sesleriyle buluşurdum. Caminin içindeki loş atmosferde, yorulmuş ikindi güneşinin son pırıltıları derin pencerelerinden süzülürdü.
Aslında kent’e açılan birer pencereydi bu yapılar.İçimizdeki yazma heyecanın da ilk mekânlarıydı bu yerler. Bu duygu içinde kentin güzelliklerini ve sancısını da daha fazla hissederiz.
Tarihi ve kültürel yapılar bizleri daha çok ilgilendirmeye başlar. Aynı gökyüzünü seyrederken, Ulu Camiden yayılan ezan sesini, Saraçhanede çınar altında yudumlanan kahvenin kokusunu, birlikte hissediyorsak, o halde biz bu şehirde yaşıyoruz demektir.
Uzunoluk çeşmesinden tarihin anılarını yüreğimize akıtırken, ecdadın bize miras bıraktığı kent’i düşünüyorum. Kahramanmaraşlının yüreğine kandiller yanarken, Mercimek tepedeki dört minareden şehri seyrediyorum.
Çünkü geçmişimizin yaşadığı evler ve konaklarda yaşanmış hayatları gözlemliyorsunuz. Bu yüzden doğduğunuz ve yaşadığınız şehri daha çok seviyorsunuz.
Kahramanmaraş sevdası işte bizlerde böyle oluştu.
Her insanın önemli hatıraları olduğu kadar, şehirlerinde hatırası ve hafızası vardır. Hele o şehirde doğup, o şehirde halen yaşayıp, kentin ruhunu hissediyorsanız, o şehirle ilgili hayallerinizde büyük olmalı! Sokaklarından, caddelerinden geçerken, geçmişten bu güne uzanan bu şehrin dokusu, bütün bedenimizi sarıvermeli.
Bir şehir kendine has güzelliklerini insanına sunarken, bunun da bir bedeli olmalı. Bu bedelin karşılığı o şehre sahiplenme şeklinin içinde yatar ve şehir kendi hafızasında bunları saklar.
Şehir hafızasının güncellenmesi çoğunlukla o kentin tarihçileri ve yazarları tarafından yapılır.
Bu kent kendine özgü şair ve yazarlarını bu ruhun içinden çıkarmıştır.
Kahramanmaraşlı yazarımız, Rasim Özdenören şöyle diyor; "biz insanı anlattığımıza göre, öykülerimizin çoğunda Maraş insanı var. Bizim öykülerimizde öyle insanlar vardır ki, bu insanlara sadece Maraş’ta rastlanır”.
Bizler bu ayrıntıyı, Gül Yetiştiren Adam ve Hastalar ve ışıklar kitabında hissederiz.
Bunun içindir ki; bir şehrin imarı kadar da, kültürüne, sosyal gelişimine önem vermeliyiz!
Özellikle kültürel kurumların başına donanımlı insanların gelmesi gerekiyor, aksi takdirde bu sorumluluğun vebali memleket adına büyüktür.
Sivil toplum kuruluşları bu şehrin kültürüne karşı daha duyarlı olması gerekiyor. Çünkü kentin dinamikleri sivil toplum kuruluşlarıdır.
Özellikle Ticaret ve sanayi odası Başkanı’nın, bu şehrin kültür adamlarıyla bir araya gelmesinde fayda vardır. Oysa, bırak görüşmeyi sayın oda başkanından iki yıldır bir randevu dahi alamıyoruz!
Mademki hepimiz bu büyük şehirde yaşıyoruz, gelin hep birlikte bu şehrin hafızasına bütün güzellikleri birlikte yükleyelim;
”BİR SEVDA OLSUN İÇİMİZDE MEMLEKET”
Hoşça kalın!