Diriliş deyince, Büyük Doğu ve Üstat Necip Fazıl Kısakürek’ten bahsetmeden geçemeyiz.
Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1905 İstanbul Sultanahmet’te bir konakta dünyaya geldi. Soyu Kısaküreklerden gelen Maraşlı bir aileye mensuptur, yani Maraşlıdır. Üstadın hayat hikâyesini çoğumuz biliriz, ben bu ayrıntılardan ziyade üstadın bize verdiklerinden bahsedeceğim.
Necip Fazıl Kısakürek’in yazarlığı, şairliği ve kişiliği çoğumuzun iç dünyasında yankılanır.
Sanatının ve düşüncesinin değerlendirilmesinde, düşünce ve sanat dünyasının bütünlüğü ve ayrıntılarının titizlikle gözetilerek anlaşılması önem arz eder. Eserlerinin iyi anlaşılması, fikir dünyasının içine ve zenginliğine girmek gerekiyor
Günlük, aylık süre aralıklarıyla yaklaşık kırk beş yıl yayınlanan Büyük Doğu dergisi Necip Fazılın adıyla birlikte, Türkiye’nin son yüzyılında düşünce, sanat, edebiyat, kültür ve siyaset alanında son derece belirleyici olmuş ve insanımızı yönlendirmiştir.
Necip Fazılın ve Büyük Doğu’nun bu etkisi şüphesiz bundan sonrada Türk düşünce, edebiyat, siyaset ve toplumsal hayatında en belirgin ana çizgilerinden birisi olarak devam edecektir.
İşte bu oluşumun ismi, bizce BÜYÜK DOĞU! Necip Fazıl ve Büyük Doğu aslında bir yol arkadaşlığıdır.
Necip Fazıl Kısakürek gibi bir dehanın çoğu özelliklerini taşıyan eserlerinde ve hayatında da, bu dehanın bütün imkânlarını ve zorluklarını yaşayan bir düşünür, şair ve yazarın önce kendisinin ve sonrada kendisinden sonraki kuşaklara açtığı bu kapı her şeye rağmen açık kalacaktır.
Biraz da Üstatla olan anılarımdan birini sizlerle paylaşmak istiyorum; İstanbul Vefa Lisesinde okuduğum yıllarda, aynı zamanda yayınevinde çalışıyordum. Yanılmıyorsam 70 li yıllardı, üstadın şairlik ve kişilik tavrından çok şey kaptık. Bir gün beni çağırdı, o gür ve etkileyici ses tonuyla;”Mustafa buraya gel, Cağaloğlu yokuşunda yer sergisindeki benim kitaplarımı satın al buraya getir, benim kitaplarım raflardan okuyucuya ulaşır, yer sergisinden değil.” dedi. Üstadın yazarlık, şairlik tavrı ve şahsiyetindeki duruşu bizleri etkilemiştir. Çevresindeki gençliği öz evlatları gibi severdi.
Kibirli değil onurluydu ve yazdıklarının hep arkasında durdu, mahkûmiyetler onu yıldırmadı..
Bir gece yarısı ıslanmış çoraplarla eve geldiğinde, ayakkabısını bir fakire verecek kadar da merhametliydi. Sanatçı yönünün dışında, renkli bir kişiliği vardı.
Şiirleriyle, hikâye ve romanlarıyla, tiyatro eserleriyle, etkileyici konferanslarıyla bir nesil yetiştirmiştir.
Bundan dolayıdır ki üstadı kendimiz iyi anlamalıyız, gelecek kuşaklara iyi anlatmamız gerekiyor.
Ömrünün son günlerini, İstanbul Erenköy’ deki evinin küçük odasında ziyaretine gelen dostlarıyla sohbetler içinde geçirir.
25 Mayıs 1983, gecenin yarısında pencereden farklı bir âleme bakıyordu, konferans veren dudaklar bu kez gerçek dünyaya göçü anlatıyordu:
“Demek böyle ölünürmüş!..”
26 Mayıs 1983 Perşembe günü, muazzam bir kalabalıkla yetiştirdiği gençlik ve sevenlerinin omuzlarında, İstanbul Eyüp sırtlarında toprağa verildi. Ruhun şad olsun ÜSTAT!