Birinci yüzü, Allah’ın isimlerine bakar. Dünyadaki her şey, her hadise, Allah’ın isimlerinin tecellilerinin neticesi olmakla, sıfatları ve isimleriyle Allah’a delildir, işarettir.
İkinci yüzü Âhiret’e bakar; dünya, Âhiret’in tarlasıdır; Cennet ve Cehennem, bu dünya tarlasına ekilen iman veya küfür ve amel tohumlarının boy vermiş şekli olarak karşımıza çıkacaktır. Dünya, bu iki yüzüyle çok önemlidir; o kadar ki, gökler ve yer şeklinde Kur’ân’da bir arada anılmakla göklere denk tutulmuştur.
Üçüncü yüzü; insanın nefsi arzularına, eğlenceye, beşerî tutkulara bakar ki, işte Kur’ân-ı Kerim’de yerilen dünyanın bu yüzüdür. Bu yüzüyle dünya fâni, boş, oyun, eğlence, evlât ve mal çokluğuyla övünmeden ibarettir ve bir hadis-i şerifte ifade buyrulduğu üzere, “Dünya bütün kötülüklerin başıdır.”(1)
Biz dünyanın bu yüzlerinden en çok hangisiyle meşgul oluyorsak o tarafı hayatımıza hâkim olduğunu görüyoruz..
Dünyanın üçüncü yüzüne bakıp kananlar hayatı çekilmez hale getiriyor. Fani yüzünü baki görenler, oyun ve eğlencelere dalarak mal biriktirme sevdasına takılıyor. Bir saniye sonra bile öleceğini unutuyor, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanıyorlar. Dünyaya geliş gayesini ve ilahi mesaja uyarak yapması gerekenleri nefsine ve etrafına ördüğü değer yargılarına göre değerlendiriyor.
Bir yerde İlâhî Mesaj hakkıyla yayılmaya başlamışsa, bu Mesaj’ı sahiplenenlerin davranışlarına ve o Mesaj’a olan vefa ve sadakatlerine, bir de karşı tarafın tavrına göre o yerde kıtlık, bolluk, kolaylık, zorluk gibi haller çok açık olarak baş gösterdiğini öğreniyoruz.
Kendilerini helaka sürükleyen geçmiş ümmetlerin hayatlarını incelediğimizde çok çarpıcı tablolarla karşılaşıyoruz: Cenabı-ı Allah (c.c.), emirlerine uymasını istediği halkı, önce zorluklarla sıkmış. “Bu, kalpleri yumuşasın, gafletten uyanıp kendilerine gelsinler ve içten Allah’a yönelerek, yalvarıp yakarsınlar diyedir.(2) Ayrıca, davaya gönül verenlerin pişmesi, olgunlaşması ve zorluklara dayanıklı hâle gelmesi gerekir.
Eğer, karşılaştıkları zorluklara ve sıkıntılara rağmen insanlar yollarını değiştirmiyor ve İlâhî Mesaj karşısında büsbütün kör ve sağır kesiliyorlarsa, bu defa Cenabı-ı Allah onlara bolluk verebilir. Özellikle içlerinden bazıları aşırı refah içinde şımarır ve lüks bir hayatın içine girer. Yani, bütün dünyaya yönelmelerinin neticesinde insanlar, refaha açılan kapıları keşfederler ve bu kapıların açıldığı yerde zenginlikle fakirlik bir arada gelişir; yolsuzluk, ahlâksızlık, fısk ve sefahat artar.
Toplumda ortaya çıkan dengesizlik, artan sefahat ve ahlâksızlık, yolsuzluk, umumî bir musibetin habercisidir, sebebidir. Eğer bu yerde İlâhî Mesaj’ı yüklenmeye hazır ve lâyık bir grup varsa, diğerlerinin helâki bu grubun öne çıkmasıyla neticelenir; eğer böyle bir grup yoksa bu takdirde musibet daha da umumî olur.
Bir kimse, işlemeğe devam ettiği günahlarına ve kötülüklerine rağmen başına musibetler gelmiyor, tam tersine bütün işleri yolunda gidiyorsa, her türlü ahlâksızlığa, zulme, sefahate ve içtimaî dengesizliklere rağmen bir toplumda refah varsa bu, o toplum için bir musibetin, helâkin yakın olduğu, fert için ise, Allah korusun, cezasının Ahret’e bırakıldığı manasına gelir...(3)
1- Beyhakî, Şuabü’l-İman
2- A’râf Sûresi/7: 94
3- Bkz. Daha geniş bilgi için Kur’an-ı Hâkim A. Ünal En’am Suresi 6/43-44