Türkiye gündemi son günlerde tartışmalara yol açan bir olayla sarsıldı. Kadına yönelik şiddete karşı toplumsal hassasiyet gösterdiğimiz son günlerde; Konya’da Ögür Duran’ı sevgilisi Ayşe Duran’ı döverken engellemek isteyen ancak çıkan arbedede kalbinden bıçaklayarak ölümüne neden olan Kadir Şeker’in hukuki durumu şüphesiz ki zihinlerimizi bir hayli mesşgul etmekte... Herkesin aklında aynı soru; cinayet mi, meşru savunma mı?
Teknik anlamda meşru savunma; Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetme zorunluluğu ile işlenen eylemleri ifade etmektedir. (TCK m.25) Bir saldırıya maruz kalan kişi tabiatı gereği bu saldırıyı uzaklaştırrmak amacıyla bir tepkide bulunur. Hukuk düzeni böyle bir tepkiy mazur değil, meşru, yani haklı görmektedir. Bunun neticesinde meşru savunma çerçevesinde gerçekleşen eylemler Türk Ceza Kanunu’nun sistematiğinde bir suç olarak cezalandırılmak yerine; suç neticesinde hukuka uygunluk nedeni olarak kendini gösterir. Yani meşru savunma kapsamında gerçekleşen bir eylem de suçtur. Ancak bir suçun cezalandırılması ancak Ceza Kanunumuzda o suç karşılığında bir ceza öngörülmüş ise mümkündür. (Suç ve Cezada Kanunilik İlkesi) İşte bu noktada, meşru savunma kapsamında gerçekleşen eylemlerin TCK kapsamında hukuka uygunluk nedeniyle cezalandırılmadığına dikkat çekmek gerekir. Ancak teknik anlamda meşru savunmanın uygulanabilmesi birtakım şart ve koşullara bağlı tutulmuştur. Bu şartlar kanun maddesinin lafzi yorumu dikkate alındığında “saldırıya ilişkin şartlar” ve “savunmaya ilişkin şartlar” olmak üzereye ikiye ayırlmaktadır.
Saldırıya ilişkin şatlar; Meşru savunmadan söz edilebilmesi için gerekli ilk şart bir sadırının varlığıdır. Bu saldırı kişinin kendisine veya bir başlasına yönelik olarak gerçekleşebilir. Saldırının maddi nitelikte bir fiil olması gerekirse de mutlaka cebir veya şiddet olarak tezahür etmesi zorunlu değildir.
Meşru savunmadan söz edilebilmesi için gereken ikinci şart; saldırının haksız olmasıdır. Hukuk düzeninin izin vermediği bir saldırı haksız saldırıdır. Bu saldırı mevcut olmalı veya gerçekleşmesi yahut tekrarı muhakkak olmalıdır. Saldırı başlamadan veya bittikten sonra artık meşru savunmadan söz edilemez. Bu nedenle saldırıya son verip kaçan bir kimsenin arkasından ateş etmek, meşru savunma olarak değerlendirilemez.
Son olarak bu saldırı, kişilere ait bir hakka yönelmiş olmalıdır. Bu hak, vücut dokunulmazlığı, cinsel dokunulmazlığı, malvarlığı hakkı vb haklara yönelen saldırıları kapsamaktadır. ,
Meşru savunmanın saldırıya ilişkin şartları bu şekildedir. Şimdi savunmaya ilişkin şartlara değinelim..
Savunmanın meşru olabilmesinin ön koşulu savunmada zorunluluğun olmasıdır. Bundan maksat, maruz kalınan saldırının savunma hareketlerini yapmaksızın başka türlü uzaklaştırılma imkanının bulunmamasıdır. Şayet, savunma olmadan da saldırıyı uzaklaştırma imkanı mevcut ise meşru savunmadan söz edilemez.
Meşru savunmanın şartlarından ikincisi ve en önemlisi, saldırı ile bunu defetmeye yönelik savunma arasında orantının bulunmasıdır. Bu koşul savunmanın meşruluğunun esasını oluşturmaktadır. Başka anlatımla, savunmanın hukuka uygun olabilmesi için savunma hareketinin, maruz kalınan saldırıyı defedecek ölçüde olması gerekir. Ölçüsüzlük halinde savunmada sınır aşılmış olur. Örneğin, malvarlığı hakkına yönelik bir saldırı söz konusu olduğunda, saldırganın öldürülmesi meşru savunma olarak değerlendirilemez.
Meşru savunmanın saldırıya ve savunmaya ilişkin şartları bu şekildedir. Gündemdeki Kadir Şeker olayı bakımından meşru savunmanın gerçekleşip gerçekleşmediğine yönelik bir değerlendirme yapılacak olursa; söz konusu olayda meşru savunmanın saldırıya ilişkin tüm şartları gerçekleşmiş durumdadır. Zira Ayşe Duran’ın vücut dokunulmazlığına karşı işlenen, mevcut olan haksız bir saldırı söz konusudur. Savunmaya ilişkin şartlara bakıldığında; savunmanın zorunlu olması şartı mevcuttur. Ancak savunmanın saldırı ile orantılı, ölçülü olması şartı bu konu neticesinde yürütülecek soruşturma ve kovuşturmanın esas gündemini oluşturacaktır. İlk bakışta; savunmada sınırın aşıldığından söz etmek mümkündür. Sonuçta, bıçağın kalp gibi yaşamsal bir organ yerine ölümcül olmayan bir bölgeye saplanması ile de bu saldırının defedilebileceği gerçeği kendini göstermektedir.
Bu noktada önemle şu hususa dikkat çekmek gerekir ki; meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan kaynaklanmakta ise; eylem cezalandırılmaz. (TCK m.27) Savunmada sınırın aşılmasını somut olayın kendine özgü özellikleri kapsamında değerlendirilmelidir. Bu olay sonucu yapılacak yargılamada esas gündem; savunmada sınırın korku, heyecan ve telaştan mı aşıldığı konusu olacaktır. Şayet, sınır bu sebeble aşılmış ise fail cezalandırılmayacaktır. Ancak sınırın aşılması bu sebebe dayanmıyorsa fail cezalandırılacak; ancak cezasında ciddi indirimler yapılacaktır.