Unkapanı'nın merdivenlerini tam yedi sene arşınlamıştı Mahsun Bazencir. Kırılıp dökülen hayallerini tekrar tekrar topladığı, horlandığı, bilendiği yedi yıl... Vazgeçecekken hep kendine verdiği sözü hatırladı, başarılı olmadan dönmeyecekti doğduğu topraklara. Öyle de oldu nitekim, "Dönüşü muhteşem oldu" Diyarbakır'a.

Hayata 10-0 yenik başlamıştır kendi tabiriyle. 13 yaşında evlenip 18'inde üç oğulla dul kalan annesi, hayatını sürdürebilmek üç karılı, 17 çocuklu Çerkez Bazencir ile evlenip Bingöl'e gelin gider. Ancak tez zamanda karnında dördüncü çocuğuyla döner Diyarbakır'a.
Yeni doğan bebeğe Abdullah adı verilir. Sene 1967'dir, karpuz zamanı. İlk kez 6 yaşındayken gördüğü babası daha 'Mahsun' adıyla yazdırır oğlunu nüfusa. Doğum günü ise 26 Mart olarak geçer kayda.

Babasının boşluğunu ağabeyleriyle doldurur. Hele hele en küçükleri Mahmut, onu Yılmaz Güney, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay filmlerine götüren gerçek bir kahramandır gözünde. 22'sinde elektrik çarpmasından ölen ağabeyinin adını, oğluna vererek yaşatacaktır Mahsun ilerde.
Kendisini taş ocağında çalışarak büyüten annesine de çok düşkündür. Beş yaşında ilkokula başladığında hala meme emmektedir, annesi de gelir oğluyla beraber okula, teneffüslerde emzirmeyi sürdürür onu. Ve Mahsun, müdürden ilk azarını bu yüzden işitir.

İkinci meme azarı!

İkinci 'müdür azarı' ortaokulda ve gene 'meme' temalıdır. "Tombul Tombul Memeler" türküsünü söylemektir kabahati bu kez... Orta 3'te ise ondaki cevheri keşfeden Almanca hocasından "Sen çok büyük bir sanatçı olacaksın" sözlerini işitir.

Sesinin güzelliğine böylece ikna olan Mahsun, 1983'te Diyarbakır Karpuz Festivali'ndeki yarışmada birinci olur. Bir yıl sonra, çaycılıktan kazandığı parayı cebine koyup gittiği Mersin'deki ses yarışmasından gene birincilikle döner. Ödülün üstüne bisikletini satarak ek yapar ve bir kaset doldurur kendisine. Otobüs şoförü bir yakınları, o amatör kaseti İstanbul'a, Güneş Plak'ın sahibi Mustafa Güneş'e götürür. Kısa süre sonra Mahsun yola düşmüştür. Başarmadan dönmeyeceğine söz vererek...

Mustafa Güneş'le dört kasetlik bir anlaşma imzalar. Bütün hayatını onun ellerine teslim eden bir anlaşma. İlk iş de soyadı değişir zaten, ondan habersiz. Kasetinin ilanında görür "Mahsun Kırmızıgül" adını. "Böyle soyadı mı olur, neonlara sığmaz!" diye dertlenir.

Sekiz tutmayan kaset, kötü otellerde yatıp kalkmalar, sigara - çiğ köfte satarak üç beş kuruş kazanmalar, itilip kakılmalar derken Mustafa Güneş'ten işittiği "Biz hancıyız, sizler yolcusunuz, senden bir b.. olmaz..." sözü, milat olur onun için adeta. Onu utandırmayı koyar kafasına. İTÜ Devlet Konservatuvarı'na girer önce. Bu arada evlenmiştir de. 'Gölgem' adlı bir oryantalle. Oğulları Mahmut doğar, yolları ayrılır. Şöhret olma umudu ise gitgide silikleşmektedir. Unkapanı'nda Hilmi Topaloğlu'yla karşılaşana kadar... Beraber yaptıkları ilk albüm "Nilüfer", 13 binde kalır. Morali iyice bozulur Kırmızıgül'ün.

Tatlıses'le ters düştü

Şeytanın bacağını 1993'te "Alem Buysa Kral Sensin" ile kırar. Şarkıyı duyduğu anda "Oğlum sen artık zenginsin" diyen Hilmi Topaloğlu haklı çıkar. Albüm 800 bin satarken, gün, bir zamanlar Diyarbakır'ın Kore Mahallesi'nde "Ayağında Kundura"yı dinleyip ağlayan, "Acaba bir gün ben de...?" diyen çocuğun günüdür artık.

Şöhrete kavuşur kavuşmaz ilk ters düştüğü isim de İbrahim Tatlıses olur. Ona olan saygısından söz ederken sürekli "Ben 25 yaşındayım, o 48" der, "Genç kızlar artık benim posterlerimi asıyor duvara, ben Tatlıses'i niye kıskanayım ki?"

Ona göre, "Alem Buysa..."yı sattıran, şarkıdaki slogan değil, yüreğindeki sevgi, barış ve kardeşliktir. O gün bugündür dilinden düşürmeyeceği ve ikinci albümündeki "Kardeşlik Türküsü"yle adeta patentini alacağı üç kavram.

Hiçbir partiye yakın duramaz, 'kardeşlik partisi'nden yanadır. Ama ANAP'la seçim gezisine çıkar. İHD "Kardeşlik Türküsü"nü söylemesini istediğinde ise reddeder, "Sol kesimin olduğu yer. Sola da sağa da mal edilmek istemem" diyerek.

Neticede "Kardeşlik Türküsü" de, onu izleyen "İnsan Hakları" da 1 milyondan fazla satar. 'Barış ve dostluk' kazanır da kazandırır da... "Yıkılmadım Ayaktayım" ise tam bir fenomen olur. Bir taraftan da "Bebeğim Benim" gibi "Sevdalıyım" gibi 'delikanlı' aşk şarkılarını da ihmal etmez. Kliplerinde sarı saçlı kızlar, havuz başları, tropikal adalar onu bekler.

Nitekim hayatından da Cansel Özzengin gibi, Seda Sayan gibi sarışınlar gelip geçer. Ama hiçbir sevgilisiyle ortalığa çıkmaz. "Bu hazzı hiçbir kıza yaşatmadım. Kadınlar suyunu çıkarana kadar kullanırlar adamı" diye açıklar durumu.

Lahmacun değil pizza

En çok son sevgilisi Bade İşçil'le görülür. Ayrıldıktan sonra birlikte lahmacun değil İtalyan yemeği yediklerini, İşçil'e Paris'in lüks lokantalarını tanıttığını öğreniriz. Bir zamanlar belediye otobüslerinden zengin arabalarına "Şerefsizin oğlu, kim bilir nasıl kazandı bu parayı" diye küfreden Mahsun ona bakan 'gariban'ların "Sana yakışır, aslanım benim" dediklerine inanır. Onların yerine de yaşıyordur adeta...

1995 - 2001 Prestij Müzik'te 'patronluk' dönemidir. Edip Akbayram'dan Alişan'a, Özcan Deniz'den Küçük Onur'a sayısız isim gelir geçer bu 'aileden'. Kırmızıgül, 2001'deki ekonomik krizle beraber yüklü bir borçla ayrılır şirketten. Krizin hediyesi tam zamanına rasgelen "Ülkem Ağlar" şarkısıyken, 2002 tarihli "Yüzyılın Türküleri" de Prestij'le yaptığı son albüm olur.

Kaçınılmaz son

Bu arada şarkıcı - aranjör - yapımcı Mahsun'un yanı sıra bir de oyuncu Mahsun girmiştir hayatımıza. Yılmaz Güney pozları veren... "Alem Buysa" ile başlayarak her tutan şarkısının adını taşıyan bir dizi yapmıştır... "Hemşerim", "Bu Sevda Bitmez", "Yıkılmadım"... Setler aynı zamanda okuludur. Giderek 'klip yönetmeni' olarak da anılmaya başlar...

Ve işte kaçınılmaz son: Mahsun Kırmızıgül artık sinema yönetmeni. Bir 'duayenler takımı'nı oynattığı "Beyaz Melek" üç haftada 800 bin izleyiciyi geçti. Ana haber bültenlerinde filmden ağlamaktan katılarak çıkanları izliyoruz. "Babam ve Oğlum" nasıl dökülen gözyaşı miktarına indirgendiyse, "Beyaz Melek"in başarısının sırrı da burada. Taş olsan ağlıyorsun, yapacak bir şey yok. Ve sonuç:
"Ağladım, öyleyse beğendim".

Nitekim Mahsun Kırmızıgül daha 1994'te işin formülünü koymuştu ortaya: "Sanatçı ya ağlatmalı, ya oynatmalı. Kafasını dinlemek isteyen Rodrigo dinlesin."