Hayatımız esasında baştan sona kadar, “maksat ve vasıta” arasında geçiyor. Hayatımızın çerçevesini “maksatlar ve vasıtalar” belirliyor.
Maksat, insanın varmak istediği hedef ve noktadır. Vasıta da bu maksada götüren ve hedefe ulaştıran her şeydir.
Hayatta şunu müşahede eyledim hep. Maksat ve vasıta birbirine karıştırılıyor. Maksat vasıta sanılıyor, vasıta da maksat sanılıyor. Yani, maksat ve vasıta arasında kafa karışıklığı, maalesef, yoğun bir şekilde yaşanıyor.
Maksat ile vasıta arasında kafa karışıklığı varsa, işte o takdirde, sonuç hüsran olur. Zaten, günümüzdeki hüsranların birçoğunun nedeni budur.
“Maksat ve vasıta arasında kafa karışıklığı” derken neyi kastediyorum? Onu açıklayayım.
Öğrenci, bir üniversiteye kaydoluyor ve o üniversiteden mezun olmayı maksat olarak görüyor. Halbuki üniversiteden mezun olmak bir vasıtadır. Peki, maksat ne olmalıdır? Bir üniversite öğrencisi için, maksat, bileğinin hakkıyla mezun olmak, mesleğinde iyi olmak ve işinin ehli olmaktır. Salt mezun olmak, bir maksat olmamalıdır. Mezun olmak ancak bir vasıta olabilir.
Bir kamu görevlisi, bir makama atanmayı maksat olarak görüyor ve o maksat için çırpınıyor da çırpınıyor. Halbuki, bir makama atanmak maksat olmamalıdır. O makam vasıta olmalıdır. Maksat, o makamda adil olmak, dürüst olmak ve kamu yararı doğrultusunda çalışmaktır. Bir makam ancak bir vasıta olabilir, maksat olamaz.
Bir esnaf, zengin olmayı bir maksat olarak görüyor ve bu maksat için çalıp çırpıyor. Hayır, hayır. Zengin olmak bir maksat olamaz, ancak bir vasıta olabilir. Zengin olmak ancak cömertlik, iyilik ve yardım için istenir. Maksat cömertlik, iyilik ve fakirlere yardım etmektir. Vasıta, zenginliktir. Zenginlik, maksat olamaz.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu tespitler ışığında net olarak ifade ediyorum ki, insanlığa faydasız diplomayı, işinin ehli olmadığı bir unvana sahip olmayı neyleyim? Adaletle iş yapılmayan makam ve mevkii neyleyeyim? Doğru ve dürüst görev icra edilmeyen işleri neyleyeyim? Garip ve gurebaya faydası olmayan, sırf Allah rızası için hayır ve hasenatta bulunulmayan zenginliği neyleyeyim?
Ehli olmadığın unvan ve meslekler, adaletle iş yapmadığın makam ve görevler, cömertçe yardım etmediğin zenginlik ve mülk, ateştir ateş, afettir afet.
Sırf unvan ve meslek sahibi olmayı maksat bilirsen, sırf makam ve görev sahibi olmayı hedeflersen, sırf mal ve mülk elde etmeyi amaç edinirsen, inan sonu hüsran ve mutsuzluktur.
Öyle insanlar tanırım ki, “aldığı diplomanın hakkını vermediği için, atandığı makamda adaletle iş yapmadığı için, kazandığı parayı cömertlik içerisinde değerlendirmediği için, büyük ruhsal sorunlar yaşamıştır.” Bu sorunların ana nedeni, işin başından kaynaklanmaktadır. İşin başında “maksat ve vasıtanın karıştırılması” vardır. Halbuki, “diplomanın da, mesleğin de, makamın da, zenginliğin de hayırlısı olsun ve bunlar eğer hayır ve doğruluk içerisinde kullanılmayacaksa, olmasın daha iyi” diye düşünmüş ve bu noktadan hareket etmiş olsaydı, hüsrana uğramayacaktı.
Maksat ve vasıta hakkında görüşlerimi ve gözlemlerimi açıkladığım yazının bu noktasında, geçen gün bir seminerde yaşadığım bu diyaloga yer vermek istiyorum.
“Etik Değerler Semineri’nde”, dinleyicilere şu soruyu sordum: “Din bir maksat mıdır, yoksa vasıta mıdır?” Tabi, bu soru hassas bir soru. Kişiler, genellikle Din dediğimiz en ulvi ve en yüksek değeri, bir vasıta olarak görmeyi, çok da doğru görmüyorlar ve bu noktadan hareketle, “Din bir maksat” diye cevap verebiliyorlar. Buna benzer cevaplar aldığım bir ahvalde, Dini vasıta olarak görmenin çok da uygun olmadığını düşünen bir katılımcıya şu soruyu sordum: “Din’i tarif eder misin?” O kişi, Din’i şöyle tarif etti: “Din, insanları iyiye, doğruluğa, huzura ve mutluluğa götüren bir vasıtadır.”
Evet, o kişi Din’i tanımlarken “vasıta” demek durumunda kaldı. Evet, Din bir vasıtadır. Din bir maksat ve hedef değildir. Din bir vasıtadır ve maksat, “Rıza-ı İlahi’dir. Maksat, Yüce Rabbimizin (cc) rızasına ulaşmaktır. Bu rızaya ulaşmanın yolu da, Dinimizi ilke ve kurallarına göre, iyilik ve doğruluk içerisine olmak, salih amel işlemek ve ihlas içerisinde ibadet etmekten geçer. Buna nokta itibariyle, iyilik ve doğruluk, salih amel işlemek ve ibadet etmek de bir vasıtadır. Aslolan, bu vasıtayla Rıza-ı İlahi’ye ulaşmaktır.
Kur’an-ı Kerim’de bir ayet-i kerime var. Bu ayet-i kerime için, Sevgili Peygamber Efendimiz (asm), “bu ayet beni ihtiyarlattı” diye buyurmaktadır. Bu ayet-i kerime, Hud Suresi, 112. ayettir. Ayetin meali şöyledir:“Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol.”
Evet, işte maksat bu olmalıdır. İşte hedef bu olmalıdır. “Dosdoğru olmak”. Bu maksat, bu hedef dışında her şey vasıtadır, vesselam.