Hamasi bakış demek, bir konuya, bir hususa yiğitlik ve kahramanlık açısından bakış demektir. Samimi bakış ise, tabi, sade ve olağan bakış demektir. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan acımasız ve hain darbe girişimine genellikle hamasi noktadan bakılıyor ve “vatandaşlarımız şöyle kahramanlık gösterdiler. Tanklara şöyle meydan okudular, F16 savaş uçaklarına şöyle direndiler ve kahramanca şehid düştüler, yiğitçe gazi oldular.” Tamam, eyvallah, bunlar aynen doğru. Bizim vatandaşlarımız ve halkımız, vatanı, milleti ve Devleti için o gece destan yazdılar. Vatandaşlarımızın yiğitliği ve kahramanlığı noktasında bir şüphe ve tereddüdümüz yok. Bu hususta ne kadar yazsak yetmez. Bu ayrı bir konudur.
Zaten o gece, biz de meydanlardaydık. O gece meydanlara inenlerden ve yanına kız kardeşi Kadriye ve 10 yaşındaki oğlu Abdurrahman Taha’yı alıp da Pazarcık İlçe meydanında gece saat 10’dan itibaren sabahın 5’ine kadar “ya Allah, bismillah, Allahûekber” diye yeri göğü inletenler arasında elhamdüillah biz de vardık. O gece dışarıya çıktığımızda elbette ölüm, yaralanma, tutuklanma ve çeşitli başka sorunlar olmak üzere başa gelebilecek cefaları göze almıştık. Çünkü, darbeci askerlerin TRT’nin spikerine zorla okuttuğu “darbe bildirisini” bizzat TRT’den görmüş ve duymuştuk. Devletin resmi TV kanalı, “TRT’den okunan darbe bildirisi ve sokağa çıkma yasağı konulduğuna dair tehditlere” rağmen dışarıya çıkmak her babayiğidin kârı değil. Elhamdülillah, sokaklara çıktık, meydanlara indik ve darbecilere “dur” dedik. Böyle bir durumla maazallah, karşılaşsak yine aynı kararlılıkla meydanlara çıkarız.
Buraya kadar bir mesele yok. Ancak, bundan sonra başlıyor mesele.
Darbecilere “dur” dedik de ne oldu? Vatandaşlar olarak hainlere dur deyip Milletimizi bir büyük felaketin eşiğinden döndürdük de ne oldu? Tabir caizse, birilerini “ipten aldık” da ne oldu? O ipten aldığımız birileri “bu Milletin taleplerine karşı samimi cevap veriyorlar mı? Yoksa eski bildik havalar, yani “eski tas, eski hamam” durumları mı geçerli?
Madem bu yazıda “hamasi değil samimi sözler” söyleyeceğiz, madem bu yazıda “hamasetten değil, samimiyetten dem vuracağız” her şeyi açık açık konuşalım.
Bu Millet 15 Temmuz Darbe Gecesi, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, tüm iktidar partisi yetkililerine yönelik en alçak ve en acımasız planı engellemiştir. O acımasız ve alçak plan içerisinde Devletin tepe yönetiminden ta alt seviyelere kadar olan kişileri acımasızca katletmek de vardır. Bu Millet bu yetkilileri kurtarmış, tabir caizse “ipten almıştır.” Bunu gerçekleştirirken kendi canını feda etmesini de bilmiştir. 249 şehidimiz ve 2000 gazimiz bu hususta en bariz ve en müşahhas örnektir. Var mı bunun ötesi. Darbecilere meydan oku, sokaklara çık, canını hiçe say ve sonunda geldiğin nokta nedir? Samimi olacağız dedik ya, işte samimi bir soru: Bu Millet 15 Temmuz gecesi iktidar yetkililerini “ipten aldı” ve onlardan idam cezasının tekrar getirilmesini ve canilerin, katilerin idam edilmesini talep ediyor. Bu talep neden biran önce gerçekleştirilmiyor. Tamam, Sayın Cumhurbaşkanımız demeç veriyor ve “idam cezası yasası önüme gelirse ben onaylarım” diyor da, bu idam cezası neden TBMM’nin gündemine bir türlü getirilmiyor? Bu sadece samimi bir sorudur.
Samimi sorularımıza devam edelim: 15 Temmuz sonrasında birçok insan yakalandı, hapse atıldı, yargılandı. Bunların içerisinde elbette FETÖ denilen alçak ve hain örgütün mensupları var. Onlar en ağır cezalara çarptırılsın. Buna elbette itirazımız olmaz. Bilakis memnuniyetimiz olur. Peki, 15 Temmuz 2016’dan bugüne, “kurunun yanında yaş da yanmadı mı, suçluların yanında masumlar da ceza almadı mı?” Daha samimi ve daha gerçekçi bir soru da şudur: “Bu hain örgüt ile belki ufak bir gönül bağı dolayısıyla nice insan mağdur olurken, asıl suçlular ve darbeyi planlayanlar elini kolunu sallaya sallaya yurtdışında geziyorlar ve ağızlarından salyalar akıtarak bu Millete kin kusmaya devam ediyorlar. Bu tablo vicdanları sızlatırken, acaba gerçekten suçluları yakalamak için ve Ülkemize getirmek için yeterli mücadele veriliyor mu? Fetullah Gülen, Adil Öksüz, Ekrem Dumanlı, Emre Uslu, Osman Özsoy, Kerim Balcı, Zekeriya Öz gibi FETÖ elebaşları yurtdışında ya da bilinmeyen bir başka yerdeyken, darbeye dur diyen Milletimiz nasıl rahat etsin?
Yazımı fazla uzatacak değilim, samimi bakış açısıyla yaklaştığım 15 Temmuz’la ilgili aşağıdaki görüşlerimle yazımı sonlandırıyorum.
Vatandaştan her daim zor zamanlarda ve sıkıntılı anlarda yardım isteyen siyasetçiler ve kamu yöneticileri normal vakitlerde genellikle bildiğini okur. Geçen gün de sosyal medyada yazmıştım. O yazdıklarımı burada da tekrarlayalım: “Siyaset mi, bürokrasi mi, ekonomi mi? Hangi Ülke olursa olsun, Demokratik Ülkelerde bu üç kuvvetten hangisinin dediği oluyor? Kim kimi yönetiyor? Kim kimden daha üstün? Üç kuvvet dedik ya, Demokrasilerde başka bir üç kuvvet daha var. Bu üç kuvvet yasama, yargı ve yürütme. Bu üç kuvvete bir de basın-medya ekleniyor. Buna göre Demokrasilerde yasama, yürütme, yargı ve basın-medya önemlidir. Demokrasilerde siyaset kurumu, bürokrasi ve ekonomik güçler önemlidir.”
“Peki, Demokrasilerde vatandaş nerededir?” Vatandaş derken de kendisini ifade edecek bir argümanı olmayan ve siyasette, bürokraside, ekonomide sesini duyuracak bir imkana sahip olmayan gariban, yoksul ve zavallı vatandaşları kastediyorum. Gariban vatandaş yukarıda saydığımız her hangi bir grupta yer almıyorsa, durumu ne olacaktır? Gariban vatandaşı yukarıdaki güçlerden hangisi savunacak ve zavallı vatandaş kimden yardım isteyecektir?
Yoksa Demokrasilerde zavallı gariban vatandaş sahipsiz midir? Yoksa Demokrasilerde zavallı gariban vatandaş yalnızca zor ve sıkıntılı vakitlerde mi hatırlanıyor? Normal dönemlerde her daim güçlünün borusu ötüyorsa, siyasetçiler normal vakitlerde zenginlerle oturup kalkıyor ve onların emrinde hareket ediyorsa, vatandaş kendisini ifade edecek bir zemini nasıl ve ne zaman elde edecektir?
Bir 15 Temmuz yazısı olarak sizleri bu samimi soru ve görüşlerimle başbaşa bırakırken, şunu da hassasiyetle ifade ediyorum: “Biz sade vatandaşlar olarak Vatan için, Devlet için ve Milet için her daim can vermeye hazırız. Varsın, birileri işleri bittiğinde unutsun ve kaale almasın. Önemli değil. Biz Hak bildiğimiz bu Yolda ölmeye hazırız. Çünkü, Hak’kın hatırı alidir, yüksektir.”
Yazımın en sonunda, sizleri şu dualarımla ve dileklerimle başbaşa bırakıyorum: “Allah bir daha bu Millete 15 Temmuz ve benzeri bir hadiseler yaşatmasın. Allah bu Milleti ebeden korusun. Bu yazı vesilesiyle bir kez daha 15 Temmuz şehitlerine yüce Rabbimden rahmet ve mağfiret diliyor, gazilerimize ve 15 Temmuz’a karşı dik duran tüm Milletimize huzur ve selamet diliyorum. Bu Millet için sadece 15 Temmuz’larda değil ebeden nöbetteyiz, elhamdülillah.”